Sürdürülebilirlik ve Yeşil Lojistik

Kategori: Logistical, Sayı 9 | 0
Dr. Uygar Özesmi
Dr. Uygar Özesmi | Greenpeace Akdeniz Genel Direktörü

Dünyanın vardığı son noktada ekosistemlerin çöküşü gibi çok önemli bir sorunla karşı karşıyayız. Bunu başlatan veya hızlandıran etmenler sizce neler olabilir? Gerek kamu gerek özel sektör veya bireysel olarak bizler bu sorumluluğu ve bu sorumluluğun bilincini taşıyabiliyor muyuz, gereklerini yerine getirebiliyor muyuz?

Gerçekten de dünyanın vardığı son noktada bütün ekosistemlerin çöküşüne tanık oluyoruz. Bunun temel nedenleri, insanların bitmez – tükenmez iştahları ve insanların bu çerçevede sürekli daha fazlasını isteyerek hem tüketim olarak hem de nüfus olarak büyüyerek dünyaya yayılmalarıdır. Bunu da gerçekleştirirken özellikle de enerji alanında çok fazla fosil yakıtları kullanarak atmosfere sera gazları yaymaları doğaya zarar veren ana etkenlerden birisi. Buna ek olarak sera gazı salımı endüstriyel sistemlerimizin, ormansızlaştırmalarımızın, tarım alanlarını azalttırmamızın ve diğer ekonomik etkinliklerimizle yüksek oranlarda gerçekleşiyor. Atmosfer dediğimiz o incecik zar esasında bizim saldığımız bu sera gazları yüzünden kirleniyor ve bunun sonucunda da yeryüzünün sıcaklıkları her geçen gün artıyor. Şu anda ısınma 0.8 OC kadar artmış durumda ve süreç bu şekilde devam ettiği sürece ısınma 2 OC’yi bulacaktır. Bu da verimli tarım ovalarımızın sular altında kalması, çölleşme, afetler, seller, fırtınalar gibi felaketlerin oluşmasına neden olacağı için insan yaşamını tehlikeye sokacaktır. Şu anda bile insanlar karasal alanların % 36’lık kısmının tarım arazisi olarak kullanıyor ve inanın başka bir yer kalmadı. Nitekim insanların ekonomik etkinlikleri ve yeryüzündeki genişlemeleri sonucunda ekosistemler çökmüş oluyor. Bütün bunları göz önüne aldığımızda, kamu ve özel sektörün yeterli düzeyde önlemler aldığını söyleyemeyiz. Bireyler de her ne kadar sorumluluk sahibi olsalar da bu sistem içerisinde yapabilecekleri sınırlı kalıyor. Kamu sektörünün ve özel sektörün gerekli olan değişiklikleri yapmadan bireylerden beklentilerde bulunmaları haksızlık olur.

Yeşil çevre, yeşil lojistik, yeşil tedarik zincirleri ve hatta yeşil üretim.. Bu kavramların ortaya çıkmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?Kimi işletme bu kavramlara pazarlama ve rekabette kullanacağı bir enstrüman olarak yaklaşmakta, kimi işletme de bunu kalite, çevre ve KSS odaklı bir yaklaşım içerisinde • ele alarak bunu bir yönetim felsefesi olarak uygulamaktadır. İşletmelerin bu tutumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? İşletmelerin elde ettiği sonuçlar size gerçekçi geliyor mu?

Bu kavramların ortaya çıkması gerçekten çok olumlu bulduğum bir gelişme. Çünkü biz bunları yapmadan, yani bu faaliyetleri doğayla dost hale getirmeden dünyadaki bu korkunç gidişat değiştirmemize ve önlememize imkân yok. Dolayısıyla yeşil lojistik dediğimizde, sürecin her adımında mutlaka fosil yakıtlardan kurtulup, elektrikli ve raylı sistemlerin çok daha ileri düzeyde kullanılması gerekiyor. Tabii ki, bu elektriği kömürlü termik santrallerden ve nükleer santrallerden karşılıyorsak, bunun hiç bir anlamı yok. Elektriğin yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilmesi gerekiyor. Ayrıca yapılması gereken öncelikli konu, optimizasyon ve verimlilik artışı sağlamak. Onun dışında yeşil tedarik zincirleri de oldukça önemli bir kavram. Örneğin, üretimde kullandığınız yağı Endonezya’ daki yağmur ormanlarının yok edilmesiyle elde edilen palın yağı plantasyonlarından sağlıyorsanız, ormansızlaşmaya ve buna bağlı olarak karbon salımına neden oluyorsunuz demektir. Aynı şekilde tedarik zincirinde hayvanları soya fasulyesi ve mısırla besliyorsanız ve bunları da yağmur ormanlarının yok edilmesiyle açılmış tarım alanlarında yetiştirip, sonra bunu yine okyanus ötesine koca gemilerle mazot yakarak ulaştırıyorsanız tabii ki, bu yaklaşım kabul edilebilir bir yaklaşım değil. Yine üretimde toksik maddeler kullanıyorsanız ya da doğaya zarar veren madencilik yöntemleriyle elde ettiğiniz bu hammaddeleri yine çevreyi zehirleyen maddeleri salarak üretiyorsanız, bu da kabul edilebilir bir yaklaşım değil. Dolayısıyla endüstriyelleşmede ve tedarik zincirlerinde çok vakit kaybetmeden “yeşillenmeye” ihtiyacımız var.

Tüketim alışkanlıkları ve tercihlerine yönelik, tüketicilerin daha çevreci olan üretim modellerini tercih etmesi yönünde bir yönlendirme çalışması yapılabilir mi?

Bireysel anlamda da hepimizin üzerimize çok büyük bir sorumluluk düşüyor kuşkusuz. Hem tüketim alışkanlıklarımızı değiştirip hem de tasarruf yaparak çevreye zarar veren tüm etkinliklerden kaçınarak tercihlerimizle sektörlere yön veren bir davranış tarzı içerisinde olmalıyız. Çevreye zarar veren ürünleri ve servisleri de sahn almayarak veya tercih etmeyerek sistemi değiştirmeye yönelik bir yaklaşım içerisinde olmalıyız. Aslında bu başlı başına yeterli değil. Sistemin değişebilmesi için bireylerin esas yapması gereken şey; politik anlamda da bir güç sahibi olan her bireyin, sistemin dönüşmesi, kuralların doğru konulması ve tüm tarafların bu kurallar çerçevesinde aynı koşulların ve kriterlerin altında çalışmasını sağlayacak bir zeminin oluşturulması için mücadele etmesi gerekiyor. Esasında bireylerden beklediğimiz sadece tasarruflu yaklaşımlarda ve yeşil seçimlerde bulunmaları değil, aktif birer vatandaş olarak gerekli olan siyasi mücadelenin içerisinde yer alarak doğaya dost uygulamaların birer “norm” halini almasını sağlamaktır. Bu doğrultuda siyasal mücadeleyi de desteklemeleri gerekmektedir. Bu mücadelede bireylerin Greenpeace gibi STK’ları maddi ve manevi desteklemeleri de son derece önemlidir.

Sizden ulaştırma ve lojistik sektörünün gidişatı ve genel durumu üzerine bir değerlendirme alabilir miyim?

Ulaştırma ve lojistik sektörlerinde söyleyebileceğim en önemli husus, bu sektörün kendi içinde gerekli standartları oluşturarak karbondan kurtulması gerektiğidir. Karbondioksit ve diğer sera gazları salımlarını en aza indirecek veya tamamen bitirecek önlemlerin alınması gerekiyor. Bunun için çok ciddi bir optimizasyon ve konsolidasyon çalışması ile ulaştırma ve taşımanın gereklerini uzak mesafelerden kısa mesafelere dönüştürmek gerekiyor. Özellikle yerel tedarik sistemlerinin oluşturulması ve uzun mesafelerin en aza indirgenmesi sağlanmalıdır. Ulaştırmada ise bireysel taşımadan ziyade toplu taşımaya yönelik adımlar acilen atılmalıdır. Büyük salımlara neden olacak tek tek taşımaların yerine, toplu taşımalara yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Bunun yanı sıra ulaştırma ve lojistik sektörlerinin de toksik kimyasallardan da uzak durması gerekmektedir. Bu tür kimyasalların taşınmasını üstlenmeme gibi bir yaklaşımın benimsenmesi de son derece önemli.

Konuşmalarınızdan takip edebildiğim kadarıyla bir enerji (d)evriminden söz ediyorsunuz, nedir bu (d)evrim? Bunun ayrıca, tüm özel sektörlerin nezdinde (d)evrim olarak uygulanması mümkün olabilir mi? Greenpeace’in ortaya koyduğu çözümlerden biri de “Enerji (D)evrimi”, “Türkiye için Sürdürülebilir Enerji Yol Haritası”, Enerji (D)evrimi ile birlikte “Türkiye için 2050 yılına kadar enerji talebini karşılayacak ne tür adımlar atılmalı?

Bunun planını yaptık. Henüz Enerji Bakanlığı bile böyle bir çalışma gerçekleştiremedi veya keyfi uygulama ve politikaları devam ettirebilmek için böyle bir çalışma yapmaya yanaşmıyor. Enerji (O) evrimi son derece gerçekçi ve bilimsel bir çalışma. Aynı zamanda, 2050’ye kadar karbon salımlarını nasıl düşürebileceğimizi ve enerji arzını nasıl sağlayabileceğimizi gösterebilecek bir senaryo. Ulaştırma ve lojistik sektörleri de senaryo kapsamındaki önemli konulardan birisi. Buna devrim diyoruz; ama aynı zamanda da bir evrim, bir dönüşüm. Temelde verimliliğin arttırılmasını ve fosil yakıtlardan uzaklaşılmasını öneriyoruz. Bunun için de bu verimlilik artışında halihazırdaki mevcut teknolojilerin devreye girmesi de son derece önemli. Örneğin hem karayolu hem de demiryolu taşımacılığında yenilebilir enerji kaynaklarına yönelerek, elektrikli veya hybrid motorların kullanımının arttırılması sağlanmalıdır. “Biz bugünden yarına kadar petrol kullanmayacağız” demiyoruz; ama petrol kullanımının çok ciddi bir biçimde düşürülmesi şart. İşin güzel yanı bu hem mümkün, hem de ucuz.

Dünya’daki emsal çalışmaların, kampanyaların, oluşumların ve örgütlenmelerin ülkemizde ne kadarının uygulama alanı bulabildiğini düşünüyorsunuz? Sizce öne çıkanları hangileridir? Bu bağlamda Greenpeace’in misyonu nedir? Bilimsel ve teknolojik anlamda yeni araştırmalar, AR- GE uygulamaları, stratejik iş birlikleri ve yaşayan örnekleri söz konusu mu?

Greenpeace’in yapmış olduğu çalışmalar ve düzenlemiş olduğu kampanyalar toplumsal dönüşüme zemin hazırlamak açısından son derece önemli. Greenpeace’in özellikle önümüzdeki 10 yıl içerisindeki hedefi, ülkemizde yeni kömürlü termik santrallerin kurulmaması ve sadece mevcut termik santrallerin de iyileştirilmesi (verimliliklerinin arttırılması), nükleer enerji santralinin ülkemizde asla kurulmaması ve biraz önce de bahsettiğimiz Enerji (O )evrimi senaryosunun hayata geçirilmesi. Bunların haricinde denizlerin korunması için, deniz rezervleri oluşturarak buradaki balıkçılığın gelişmesi ve ekosistemin korunması için çalışmalarımız devam etmektedir. Sürdürülebilir balıkçılık politikalarının ülkemizde etkin bir şekilde uygulanıyor hale gelmesini hedeflemekteyiz. AR – GE uygulamaları alanında ise Greenpeace’in bir takım işbirlikleri söz konusu. Özellikle ulaşım sektöründe tamamen doğa dostu araç tasarımı konusunda Almanya’ da çalışmalarımız oldu. Onun dışında Greenpeace olarak, “Green Freeze” adlı soğutucu bir ünitenin hem geliştirme hem de tanıtım süreçlerinde yer alarak ozon tabakasına ve küresel ısınmaya da neden olmayan soğutma sistemlerinin tüm dünyada yaygınlaşması için çalışmalarımız oldu ve bu tür çalışmalarımız olmaya da devam edecek.

Düşük karbon ekonomisine geçiş sürecindeki gelişmeleri ve AB tarafından uygulanagelen çalışmaları ve fonları yeterli düzeyde görüyor musunuz?

Türkiye’de kesinlikle “düşük karbon ekonomisi” ne geçilmesi gerekmektedir. Bu geçişi sağlamazsak, rekabet gücümüzü tamamen kaybedeceğimiz gibi, ekonomimiz de bundan çok ciddi bir zarar görecektir. Bu geçişte AB Entegrasyonu’nun önemli bir katkısının olacağını düşünüyorum. AB Entegrasyonunun, 2020’ye kadar bütün yenilebilir enerji kaynaklarının oranını %20’ye çıkarma yönünde bir hedefi var. Bu hedefe ulaşmakta barajlar ve hidroelektrik kullanımı söz konusu değil, rüzgar enerjisinden ve güneş panelleri ile jeotermal enerjiden yararlanmak söz konusu. Bu bağlamda, Türkiye’ninde çok güçlü bir yenilebilir enerjiye geçiş politikası uygulamaya koyarak, bütün iletim hatlarında ve sektörlerde verimlilik artışına giderek düşük karbon ekonomisine geçmesi gerekiyor. “Akıllı Şebekeleri” devreye sokması gerekiyor. Aksi takdirde, bundan ülke ekonomisinin zarar görecektir. Aslına bakarsanız ülkemiz küresel iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek olan alanlardan birisi olacaktır. Bu demektir ki, bütün Akdeniz ve Ege kuşağı çöle dönüşecek, Kuzeydoğu Anadolu ise yağmurların ve sellerin etkisiyle yaşanmaz hale gelecektir. Bu da gösteriyor ki, Türkiye’nin sadece ekonomik endişelerle değil, gelecek nesillerin devamı için de önlemlerini alması son derece önemlidir.

3. Köprü ve güzergahı hakkında ne düşünüyorsunuz? 3. Köprü ile ne gibi girişimlerde bulundunuz/bulanacaksınız?

Greenpeace’in 3. Köprü konusunda duruşu son derece net. İstanbul’ un üçüncü bir köprüye ihtiyacı yok. 3. Köprü sadece ve sadece daha fazla sera gazı salımına ve ulaştırmada yine lastik ve petrole saplantıya neden olacak yapısal elemanlardan birisi olacaktır. Bizim artık yapısal olarak gelecek planlarımızı, ulaştırma ve lojistik sektörünü dekarbonize edecek, sera gazı salımlarına neden olmayacak bir güzergaha sokmamız gerekiyor. Bu güzergah ise 3. Köprü’ den geçmiyor. Bu güzergah toplu taşıma sistemlerinin yaygınlaşmasından, daha az karbon salımlarına neden olacak hatta yenilebilir enerjiden gelen, tamamen raylı sistemlerine geçişten ve mecbur kaldığımız karayolu taşımacılığını ise elektrikli ve hybrid motorlu araçlarla gerçekleştirmekten geçmektedir. Bizim öncelikli olarak optimizasyon ve verimlilik çalışmaları yapmamız, daha sonrasında ise yenilebilir enerjiye geçişe yönelik çalışmaları yapmamız gerekmektedir. Bu şekilde altyapı yatırımlarımızı gerçekleştirmemiz gerekiyor. Bu altyapı yatırımları içerisinde 3. Köprü’ye para yatırmak, geleceğimizden çalmak anlamına gelir.

Günümüzde Bio – Diesel yakıt üretimi ve tüketimi tartışmaları karışımıza çıkmakta. Sizin bu konudaki görüşleriniz nelerdir?

Son olarak bio-diesel üretimine geldiğimiz takdirde şunu rahatlıkla şunu söyleyebilirim ki, bio-diesel üretimi atık yağlardan karşılanıyorsa, bu yağlar tarım alanlarında üretilmiyorsa yani ikincil olan atık yağlardan üretiliyorsa bunun hiçbir sakıncası yok. Ancak, bio-diesel üretimini gıda üretebileceğimiz tarımsal alanlarda mesela Amazonlar’ da hatta Afrika’ da yetiştirip sonra bunu Türkiye gibi 3. ülkelere ihraç eder ve buralarda yakmaya kalkarsak, bunun sürdürülebilir ve yeşil hiçbir yanı yok. Tam aksine, bunun karbon ayak izinin normal yakıtlardan daha yüksek olduğuna ilişkin çeşitli bilimsel veriler var. Amerika’nın ortasında mısır yetiştirir, bu mısırdan da bio-etanol üretir, bunu benzine karıştırır ve burada yakarsanız bunun içerisinde yer alan etanolün içermiş olduğu üretimindeki karbon miktarı bunun yerine yakacağınız benzinden daha fazla olabilir. Üstelik o mısırla beslenebilecek insanların boğazından da çalmış olursunuz. Ancak, çok akıllı bir enerji politikasıyla, uzun mesafeler taşımadan ve sadece yerel olarak kooperatifler vasıtasıyla bir havzada tarımsal atıklardan ürettiğiniz bio-diesel yakıtları tarımsal makinelerde mazot yerine kullanırsanız, bu anlaşılabilir. Bio-diesel üretimini gıda üretebileceğiniz alanlarda değil de, tarımsal atıklardan ya da ikincil olarak kullanılmış atık yağlardan karşılanıyorsa bunda karşı çıkılacak bir şey bulunamaz. Dolayısıyla bu konuda son derece temkinli olmak gerekirken, bio-diesel yakıtların nerede ve nasıl üretildiğine dikkat etmek gerekir.