Sürdürülebilir Tedarik Zinciri İçerisinde Gıda Sistemlerinin İşlenmesi

Kategori: Logistical, Sayı 22 | 0

Genel olarak, sürdürülebilirlik için belirlenmiş tek ve evrensel bir tanım bulunmamaktadır. İşletmeler, sürdürülebilirlik kavramını çeşitli şekillerde tanımlamakta; bazıları yalnızca çevresel etkiler üzerinde dururken, diğerleri ekonomik, toplumsal ve kişisel etkileri de kapsamaktadır. En yaygın ve en sık alıntılanan tanım,“Gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama yeteneklerinden ödün vermeden, mevcut neslin ihtiyaçlarını karşılayan kalkınma” olarak ifade edilmiştir. Bu tanımının kapsamı oldukça geniş olduğundan, örgütler kendi mikroekonomik perspektiflerinde bu tanımı uygulamada güçlük çekmektedirler.

Sürdürülebilirlik tanımları, giderek daha fazla sosyal, çevresel ve ekonomik sorumlulukların bütünleştirilmesini içermektedir. Gerçek sürdürülebilirliğin ancak bu üç alanın kesişiminde meydana geldiğini açıklamaktadır. Bu bakış açısı ekonomik, çevresel ve sosyal hedefleri aynı anda dikkate alan Üçlü Sonuç (Triple Bottom Line) yaklaşımına dayanmaktadır. Sürdürülebilir bir tedarik zincirinin temel özelliği, “doğal veya sosyal sistemlere net zarar vermeden, uzun vadede kâr elde etmeye devam etmesi” olarak açıklanmaktadır.

Gıda Sürdürülebilirliği

Gıda sürdürülebilirliği, tarımsal üretimden nihai tüketime kadar tüm aşamaları kapsayan bir süreçtir. Bu süreçte amaç, doğal kaynakları koruyarak çevresel etkileri en aza indirgemek, adil ekonomik kazanç sağlamayı garanti altına almak ve toplum sağlığını geliştirmektir. Sürdürülebilir gıda sistemleri, uzun vadede ekosistemlerin sağlığını korurken, insanlara güvenli, besleyici ve ekonomik açıdan erişilebilir gıda sağlamayı hedefler.

Gıda sürdürülebilirliği, öncelikle tarımsal üretimde kaynak kullanımının optimizasyonunu ve çevresel etkilerin en aza indirilmesini gerektirir. Geleneksel tarım yöntemlerinin aşırı su kullanımı, toprak erozyonu ve biyolojik çeşitlilik kaybına yol açtığı bilinmektedir. Bu nedenle, sürdürülebilir tarım uygulamaları; minimum pestisit ve kimyasal gübre kullanımı, organik üretim, su tasarrufu sağlayan sulama sistemleri ve toprak sağlığını koruyucu yöntemlerle desteklenmektedir. Ayrıca, gıda üretiminden kaynaklanan sera gazı emisyonlarının azaltılması, sürdürülebilirliğin temel bileşenlerinden biridir. Özellikle büyük ölçekli endüstriyel tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin, karbon ayak izini artırdığı; buna karşın yerel ve küçük ölçekli üretimin çevresel etkilerinin daha düşük olduğu savunulmaktadır.

Ekonomik açıdan değerlendirildiğinde, gıda sürdürülebilirliği, üreticilerin ve diğer paydaşların uzun vadede sürdürülebilir gelir kaynaklarına sahip olmasını zorunlu kılar.

Bu bağlamda, küçük ve orta ölçekli çiftçilerin desteklenmesi, yerel pazarların güçlendirilmesi ve üretici kooperatiflerinin teşvik edilmesi önem taşır. Küçük üreticiler, çoğunlukla rekabetçi piyasa koşullarında büyük ölçekli işletmelerle başa çıkmakta zorlanmakta, bu da gelir dengesizliklerini artırmaktadır. Bu dengesizliklerin önüne geçebilmek için kısa tedarik zincirlerinin teşvik edilmesi, doğrudan üretici-tüketici ilişkilerinin kurulması ve yerel ekonomilerin desteklenmesi önerilmektedir. Kısa tedarik zincirleri, aracısız satış yoluyla hem üreticiye daha fazla gelir imkânı sağlamakta hem de tüketiciye daha uygun fiyatlı, taze ve güvenilir gıda temini sunmaktadır.

Sosyal boyut ise, gıda sürdürülebilirliğinin en az çevresel ve ekonomik boyutlar kadar önemli bir diğer ayağını oluşturmaktadır. Adil ticaret uygulamaları, işçi haklarının korunması ve iş sağlığı güvenliğinin sağlanması, sosyal sürdürülebilirliğin temel unsurları arasında yer alır. Gıda üretiminde çocuk işçiliği, düşük ücret politikaları ve güvencesiz çalışma koşulları gibi insan hakları ihlalleri, hala ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Sürdürülebilir gıda sistemleri, bu sorunları gidermeyi amaçlamakta; aynı zamanda toplumun her kesiminin sağlıklı ve güvenilir gıdaya ulaşımını garanti altına almayı hedeflemektedir. Özellikle düşük gelir grupları ve kırılgan topluluklar için gıda güvenliği ve erişilebilirliği, sosyal sürdürülebilirlik çerçevesinde öncelikli olarak ele alınması gereken konulardır.

Yerel gıda sistemlerinin sürdürülebilirlik açısından önemli bir fırsat sunduğu ifade edilmektedir. Üretici ile tüketici arasındaki mesafenin kısaltılması, lojistik süreçlerden kaynaklanan karbon salınımını azaltırken, ürünlerin tazeliğini ve besin değerini koruma avantajı sağlar. Finlandiya örneğinde olduğu gibi, kamu yemek hizmetlerinde yerel gıda tedariki, sürdürülebilirlik ilkeleriyle uyumlu bir politika olarak uygulanmaktadır. Ancak Avrupa Birliği kamu ihale mevzuatına göre, kamu alımlarında “yerel” ürün zorunluluğu getirilememekte; bunun yerine tazelik, mevsimsellik, organik sertifikalar ve çevresel kriterler gibi ölçütler üzerinden yerel üreticilere avantaj sağlanmaktadır.

Bu durum, hem sürdürülebilirlik hedeflerinin gerçekleştirilmesine hem de yerel üreticilerin desteklenmesine olanak tanımaktadır.

Ancak yerel gıda sistemleri her zaman otomatik olarak sürdürülebilir değildir. Küçük ölçekli üretim yapan işletmelerin ekonomik sürdürülebilirliği sağlamakta zorlanabileceği, istikrarlı arz sağlama konusunda sıkıntılar yaşayabileceği belirtilmektedir. Ayrıca, yerel üretim süreçlerinin sürdürülebilirlik standartlarına uygun hale getirilmesi, çoğu zaman ek maliyet ve teknik destek gerektirmektedir. Bu nedenle, yerel üreticilerin kapasitesinin artırılması ve sürdürülebilir üretim için teşvik mekanizmalarının geliştirilmesi gerekmektedir.

Sonuç olarak, gıda sürdürülebilirliği, ekolojik, ekonomik ve sosyal faktörlerin bütüncül bir yaklaşımla ele alınmasını gerektiren, dinamik ve çok boyutlu bir kavramdır. Bu çerçevede, politika yapıcıların, özel sektörün, kamu kurumlarının ve tüketicilerin ortak bir vizyon ve sorumlulukla hareket etmesi önem arz etmektedir. Sürdürülebilir gıda sistemlerinin geliştirilmesi; iklim değişikliğiyle mücadelede, doğal kaynakların korunmasında ve toplum sağlığının iyileştirilmesinde temel bir rol oynamaktadır.

Özcan Şamil Çınar