Cavit Değirmenci’den bir EKOL

Kategori: Logistical, Sayı 13 | 0
Ekol Lojistik
Emre Aytaç – Emre Yavuz Karaismail – Nazlı Aksoy – Cavit Uğur – Ahmet Yağız Karaismail – Sedanur Şahin

Evet, nerden başlasak inanın bizler de bilemiyoruz. Türkiye’nin en değerli lojistik markası, intermodal taşımacılıkta dev yatırımlar, yeşil lojistik üzerine yapılabilinecek hemen her şey, eğitime her alanda destek ve Ar-Ge. Sanıyorum Ekol’ün çabalarını biraz ifade edebilmişizdir. Belki biz pek ifade edemedik ancak Ekol Lojistik Filo Genel Müdürü Cavit Değirmenci çok daha fazlasını sizler için bizimle paylaştı. İsterseniz muhtemelen sizinle de yüz yüze paylaşabilir. Bizdekiyle yetinmek isterseniz, buyurun sizi böyle alalım.

Ekol ismi nereden geliyor?

Ekol ismi firmanın vizyonunu açıklıyor. Daha bugünkü noktalara gelmeden ne yapmak istediğimizi anlatıyor; Ekol olmak; bu sektörün öncüsü ve lokomotifi olmak farklılık yaratmak.
Vizyon belirlendiğinde ismimiz ne olsun diye düşündüğümüzde Ekol isminin uygun olduğunu gördük. Benim de çok beğendiğim bir isim açıkçası.

Ekol’ün Türkiye ve dünyadaki konumundan bahsedebilir misiniz?

Avrupa’da Ekol olarak, yabancı oyuncular da dâhil en önemli yerli oyuncu olmaktan gurur duyuyoruz. Şu an yaklaşık 6300 civarında çalışanımız var ve bu sayı zamanla artıyor. Şu an Ekol’ün 14 ülkede kendi şirketleri var ve bu sayı yakın bir zamanda 17’ye ulaşacak. Bu 14 tane değişik, yabancı, farklı bayraklı kalbin Ekol için atması ayrı bir heyecan veriyor. Hizmet ihracatını, Türkiye’de en etkin ve belki de en yetkin yapan firmaların başında geliyoruz. Sadece ülkemizden yurtdışına ya da yurtdışından ülkemize gidiş geliş hareketleri değil Avrupa içerisindeki hareketliliği de sağlayabilen altyapı ve donanımda olan bir firma olmanın keyfini biz de yaşıyoruz. Bu durum sorumluluğumuzu daha da artırıyor. Şu an 4500 kapasiteli taşıt filomuz var. 500 civarında swap-body ve dökme konteyner ekipmanımız var. Bu bakımdan da Avrupa’nın en büyük filosuna sahip oyunculardan biriyiz. Kısmet olursa 2019 yılındaki hedefimiz 10.000 araç. Aslında bizim Ekol olarak büyük filolara sahip olma amacımız yok ama geldiğimiz noktada ticaretin akışı ve yasal mevzuatların da getirdiği zorunluluktan dolayı filo yatırımı yapmak zorunda kalıyoruz. Zira her zaman 3.parti kullanmamıza yasal mevzuatlar müsaade etmiyor. Biz kendine ait Ro-Ro şirketi olan ve intermodal taşımacılığı da dünyada en etkin kullanan firmaların başında geliyoruz. Şöyle bir örnek verecek olursak araçların kara hareketi ile yüklenmesi, oradan Ro-Ro gemisiyle İtalya – Trieste limanına, Trieste limanından Mannheim, Köln ve diğer bir hatla Çek Cumhuriyeti’ne blok trenlerle hareket ettirilmesinden bahsediyoruz. Bu blok trenlerle her treyler birbirine uymuyor. Bunun güçlendirilmesi gerekiyor. Dolayısıyla da 3.parti firmalarının bu tür araç ve ekipmanları yasal mevzuata uygun olmadığı için yasal mevzuatın haricinde mecburen artan hacmi karşılayabilmek adına da filo yatırımı yapmak durumunda kalıyoruz. Zira bu anlattığım 3 alanın da senkronize çalışması gerekiyor. Açıkçası bir bayrak yarışı gibi düşünün; zamanında çıkacaksın, zamanında koşacaksın, bayrağı yere düşürmeyeceksin ve zamanında bayrağı arkadaşına teslim edeceksin, o da götürecek. Bu beraberinde hem bir başarıyı hem de farkındalığı getiriyor. Doğal olarak da çok ta tercihimiz olmamasına rağmen filomuzun büyümesini sağlıyor.
Haftada bir kere kızlarımızdan birisi, gemilerimizin her biri birer bayan ismi taşıyor, İzmir’den Fransa’nın Sete limanına çalışıyor. Ayşe adlı bu gemimiz dış ticaretimiz açısından o kadar önemli bir görev üstleniyor ki, kısaca hikâyesini anlatmak isterim. Dünyada hangi ürünü ne kadar kaliteli, ne kadar uygun fiyata yaparsanız yapın, zamanında götürüp müşterinin rafına koyamazsanız hiçbir anlam ifade etmiyor. Hız çok önemli. Maalesef ülkemizin genel yapısı -keza bunlara mevzuatları, yönetmelikleri de koyabiliriz- buna müsaade etmiyor. Hızımızın büyük bir bölümünü burada kaybediyoruz. Bir ihracat aracının müşteriden yüklenmesi, çıkış yapacağı gümrüğe gidip sahaya girmesi, ihracatçı tarafından beyannamesinin açılması, gümrüğün yapılması, çıkması.. Bir de karadan gönderecekseniz işin içine köprü yasağı da giriyor. Sürücülerin yasal takograf süreleri vardır. Yani istediğim kadar giderim diye bir şey yok. Onların da uluslararası kuralları var. Bazen gümrük bekleyip kapıya gitmek için çift şoförün takografı yetmiyor. Dolayısıyla da inanılmaz bir hız kaybediyoruz. Bundan dolayı İspanya’da Zara, Mango gibi dış ticaretimiz açısından çok önemli olan marka firmaların Türkiye’den tedarik ettikleri ihtiyaçlar zamanında gidemiyor. Adamlar 72 saatte rafında istiyor. Biz 48 – 50 saatte kapıyı geçemiyoruz. Haberlerde okursunuz ‘Kapı tıkandı, Bulgaristan tarafı çalışmıyor.’ Vesaire. Orası çalışıyorsa da bu tarafta bir sorun oluyor. Senin ucuz yapman ya da kaliteli yapman bir anlam ifade etmiyor ürünün rafta olup olmamasına bakıyorlar. Dolayısıyla Ayşe’yi biz bu nedenle tercih etmeye başladık. Ayşe çok hızlı hareket eden bir gemi. Operasyonel maliyeti çok yüksek. Hız demek gaza basmak demektir; gaza basmak ise ciddi bir yakıt tüketimi demektir.

Deniz otobanı sizin teriminiz öyle değil mi?

Onun fikir babası Ahmet Bey’dir. Dolayısıyla otobanlar sadece karada değil. Çekicilerimiz artık denize indi ve biz bunu deniz otobanı olarak adlandırıyoruz. Bu projenin diğer bir tarafı da Avrupa yakasından Ro-Ro’ya binecek gümrüklü araçların köprüyü kullanarak Haydarpaşa’ya geçmesi. Ama şu an bu projenin diğer bir amacı Ambarlı limanından Avrupa yakasındaki gemiye gidecek olan araçları İDO’yla taşımak. Anadolu yakasına gidecek olan araçları ise Eskihisar’a gemiyle taşımak. Bu projemizin çekicileri biraz olsun trafikten çekerek, denizi ve iç sularımızı etkin bir biçimde kullanıp hem çevreye, hem trafiğe, hem de doğal dokuya bir katkı sağlamasını hedefliyoruz.

Trafiğe ciddi katkı sağlayacak gibi gözüküyor.

Tabii bu transit süreye avantaj olacak anlamına gelmiyor. Yine de gemiyi kaldırmak için belirli bir hacme ulaşmak durumundasınız. Kara tarafına göre maliyeti biraz daha fazla olmasına rağmen bunu önemsiyoruz. Bizim Ro-Ro hareketine girmemizin dış ticaretimize çok katkısı oldu. Zira rekabet kritiği getirir. Ciddi anlamda rekabet ise hem hızı getirir, hem kaliteyi getirir. Bu yapılanma da hem kaliteyi hem hızı sağlamamıza yarıyor. Başlatmış olduğumuz bu Ro-Ro hareketinden sonra piyasa şunu çok net gördü; Ro-Ro fiyatları aşağı indi, sürekli yaz, kış ve bahar kampanyalarıyla bu fiyatlar oyuncunun lehine olacak şekilde gelişti. Tabii ki alternatif taşımacılığın buna katkısı çok fazladır. Alternatif taşımacılığın getirmiş olduğu rekabetten dolayı hem maliyetlerin sektöre yansıması, hem de dış ticaret erbabına yansıması anlamında çok ciddi katkısı vardır.

Un Ro-Ro UND’den çıktığı zaman Çetin Bey Un Ro-Ro’yu alacağız diye açıklama yapıyordu. Böyle bir firmanın alana girmesine sayenizde gerek kalmadı.

Yani tabii, ancak o UND’nin ayrı yürüttüğü bir politikaydı. Ekol olarak biz de Un Ro-Ro‘ya taliptik. Biz de tabi projelerimizi, tekliflerimizi sunduk. Şu anki gruba devrettiler. Biz alsaydık %50’sini sektöre hibe edecektik. Öyle bir projeydi. Geçen haftaki konferansta Ali Sabancı Bey de oradaydı. Malum Un Ro-Ro‘nun yeni sahiplerinden birisi. Ekol’ün yapmış olduğu katkılar, beraberinde getirmiş olduğu rekabet ve sinerjiyle birlikte çok ciddi, kaliteli bir rekabetin olduğunu; rekabetin zaten kaliteyi getirdiğinin altını çizdi kendisi.
Yaptığımız güzel işlerin bu değerli kişilerce takdir edilmesi tabii ki bizleri mutlu ediyor; yaptığımız işin ne kadar doğru olduğunu gösteriyor.

Türkiye’de demiryollarının serbestleşmesinden sonra bu alanda yatırım yapmak gibi bir düşünceniz var mı?

Ekol LojistikDemiryolu ağımızın tarihine baktığımız zaman Cumhuriyet dönemine dayanan bir demiryolu geçmişimiz var. Fakat maalesef bugün bunlar gerektiği şekilde sinerji yaratıyor mu? Gerektiği şekilde kullanabiliyor muyuz? Maalesef bundan söz etmek çok olası değil. Ancak şu an demiryoluna verilen önemi gördükçe bir karayolu taşıyıcısı olarak mutlu oluyorum. Bir ülkenin kalkınmasında demiryolunun çok büyük önemi vardır. Sadece yolcu ayağında değil yük ayağında da bunlar düşünülüyor. Bu konuda çeşitli projeler üretilerek destek verilmeli. Burada sihirli kavramlar hız ve zamanında teslimattır. Bunu yapamıyorsanız demiryolu taşımacılığı da yapsanız, ucuz da olsa bunu yapmanın bir anlamı yok. Zira firmalar artık stokla çalışmıyor. Dolayısıyla da Türkiye’de demiryolu altyapısının yeterli seviyeye getirilip, yeterli hızı sağlayabilecek altyapının oluşturulması gereklidir. Yasal düzenlemeyi söylemiyorum bile, çünkü şu an demiryolunda yasal düzenlemelerin geliştirilmesi vesaire, çok çabuk düzeltilebilecek konular. Avrupa’da 80-90-100 kilometre/saatlerde sağlanırken, Türkiye’de bu yasal düzenlemeler yapılsa da o hızı sağlayacak altyapı yok. Biz intermodal projemizi yurtiçinde de etkin olarak kullanmak istiyoruz. Bunun için bir önceki Demiryolları Genel Müdürü’yle konuştuk. Sağ olsun o da heyecan duydu ama bu anlatmış olduğum engelleri tespit ettik. Diğer bir sorun da şuydu; malum tünellerden geçiyoruz. Tünel yüksekliklerinin eski yük vagonları için düşünülmüş ve ona göre yapılmış olması. Şu an bir vagona konan treyler o tünelden geçecek boyutu kurtarmıyor. Dolayısıyla altyapıdan kastım bu. İşletmenin ötesinde devletin bir kaynağı var. Devletin lokomotifini kullanalım, terminallerini kullanalım ve oralara da para yatıralım. Atıl olan kaynakları etkin olarak kullanalım, devlet kazansın. Böyle olursa Türkiye’de intermodal kullanabilirsek ciddi sayıda araç, karadan demiryoluna çekilecek. Avrupa’da olduğu gibi çevreye, trafiğe etkisi azalacak ve devletin demiryolu kaynaklarını etkin bir şekilde kullanıp onlara etkin bir gelir sağlayacağız. Geç kalınmış bir yönelim, ancak dediğim gibi sadece yolcu değil yük taşımalarına da önem vererek ve bunları yaparken de beklentiler doğrultusunda altyapıların oluşturulması çok önemli. Tabii ki bizim de farklı projelerimiz var. Bunları uygulayabilirsek yurtiçindeki bazı hareketleri zaman kaybının önüne geçmek kaydıyla demiryoluna aktarabiliriz.

2014 cironuza baktığımızda 403 milyon Euro gibi devasa bir rakam görüyoruz. Bu rakamın %34’ünü otomotiv, %17’sini tekstil sektörü kapsamakta. İki sektörün toplamı da cironun %51’ini kapsıyor. Bu sektörlerdeki faaliyetlerinizi anlatır mısınız?

İlk olarak dış ticaretimizin genel hareket oranlarına baktığınız zaman zaten bu verileri görürsünüz. İkincisi ise, otomotivde yıllar içerisinde çok fazla hamle yaptık. Nedir yaptığımız? İşte bu anlatmış olduğumuz projeler. Bunların hepsi bir farkındalık, bir maliyet avantajı yaratıyor. Bunları da müşterilerimizle ve dış ticaret erbaplarıyla paylaşıyoruz. Onların da küresel rekabette ellerini güçlendiriyoruz. Tekstile gelirsek, aslında geçmiş yıllarda tekstil ilk sıradaydı. Ülkenin tekstil sektör oranlarına baktığımız zaman ise ikinci sırada. Bu sektörlerde ivme kaybetmememiz için hız problemini çözmek zorundayız. Firma ismi de vermem gerekir: -yani zaten çok mahsur görmüyorum- Delphi. Bursa’dan ve İzmir’den çıktı. Niye çıktı biliyor musunuz? Çünkü firmalar ülkesine 72 saatte teslimat istiyor ancak ülkemizden 72 saatte çıkamıyoruz. Ne yapıyorlar? Balkanlara gidiyorlar, çünkü Bulgaristan ve Romanya bu imkânı sunuyor. Ben o zaman onlarla anlaşma yapacağım diyor; ciddi bir zaman tasarrufu sağladıklarını söylüyorlar. Değerli bürokratlarımızın misyonları, yabancı yatırımcıları Türkiye’ye çekmek. Gelen yabancı yatırımcılar Türkiye’de yatırım yapsın diye onlara buraları değer – fayda, maliyet analizlerini yaparak onlara anlatıyorlar. Yeni bir yabancı yatırımcıya gerek yok şu an. Mevcutların kaçmasının önünü kesmeliyiz. Hangi sıkıntıları yaşıyoruz? Onlara hayatı nasıl kolaylaştırabiliriz? Nasıl konforlu ve yaşanabilir hale getirebiliriz? Ona bakmamız lazım. Örneğin Delphi kaçıyor. Neyden kaçıyor? Hızdan. Sorumluluk halinde bu işi nasıl hızlandırabiliriz? Başka tarafta ne yapabiliriz? Bunlara bakalım. Bunları yaparsak Delphi büyüme potansiyelini ülkede kullanacak. Yeni bir yabancı gelene kadar o zaten büyüyecek. Yani mevcutlar büyüyecek. Mevcutların hayatı konforlu olursa yabancılar da bunu görecek ve zaten onlar gelecek. Mevcutlar giderken yeni mevcutlardan birisini arayıp gel demenin bir anlamı yok. Yani bana çok akıllıca gelmiyor. Bugün gelse bile yarın gidecek. Tekrar söylüyorum; Zaman. Ne yaparsak yapalım, bir yere zamanında gidemediğimiz, teslimatını zamanında yapamadığımız zaman taşıma hiçbir anlam ifade etmiyor.

Sektörün ilk Ar-Ge merkezi size ait. Bir hizmet firmasında Ar-Ge merkezi olması çok güzel bir şey. Bize bundan bahseder misiniz?

Bütün bu gelişmeleri, bu hacmi salt haliyle birebir, insanla yönetmek çok mümkün değil. Teknolojiyi de etkin olarak kullanmak gerekiyor. Ekol’ün otomasyonlar dâhil kullandığı tüm yazılımlar kendine aittir. Bir de sürekli gelişmek, farkındalık yaratmak istiyorsanız; farklı şeyler üretmek zorundasınız. Bunları yapabilmenin yolu hakikaten de Ar-Ge’den geçiyor. Bunların yazılımsal ve operasyonel süreçlerini çok etkin bir şekilde kullanılıp, geliştirilip; yaratacağı avantajların, analizlerinin yapılıp hayata geçirilmesi Ar-Ge’den geçiyor. Biz bunun için işin Ar-Ge kısmını çok önemsedik ve bu anlamda ciddi derecede yatırımlarımız var ve yenilerinin oluşumu da devam ediyor. Sadece Ar-Ge tarafına değil diğer bütün bölümlerimize, hatta kadrolarımızın tamamına yakın; çoğunluğu mühendis gruplarından oluşan -endüstri mühendisi olsun işletme mühendisi olsun- ve lojistik okullarına da bu anlamda önem veriyoruz. Alıp yetiştirmek, geliştirmek açısından, açıkçası öğrencileri de çok önemsiyoruz. Şu an teknoparkın dışında aktif edilmiş bilim, üniversiteler ve teknoloji bakanlığından da destekli, TÜBİTAK tarafından da fonlanan tek Ar-Ge şirketi bizde. 120 civarında çalışanımız var şu anda. Bu merkezin görevi bütün gün bu mevcut hayatı daha iyi yapabilmek için sistemsel geliştirmeler ve farklı modeller üretmek. Ülke olarak gelişmek istiyorsak teknolojiyi etkin kullanmak zorundayız. İnsanı da içine alıp yatırım yapmak zorundayız. Bir örnek vermek istiyorum. Sektör olarak da bu sorunla karşı karşıyayız: Mülteci sorunu. Biliyorsunuz artık çeteler var ve bir yerde gözünüzü kapadığınız an… Bundan dolayı yurtdışında çok zorluk çekiyoruz. Her yerden binebiliyorlar. Gümrüklerden, yollardan vesaire. Hem uyuşturucu hem de insan bakımından eğitimli K9 köpeklerimiz var. Özel ekiplerimiz, ölçümleme cihazlarımız var. Karbondioksit oranlarını ölçen cihazlarımız var araçlarda. Yurtdışından araç içerisindeki kalp atışını ölçen cihazlar temin edebiliyoruz. Bunu nasıl önleyeceğiz diye sürekli araştırıyoruz
Sanırım bu sorunla bir şekilde yaşayacağız. Bu konuda aldığımız çok önlem var. En azından problemin büyük bir oranına hâkim olup, kontrol etmeye çalışıyoruz.

Ekol Akademi’den bahsedebilir misiniz?

Biz sadece Ekol Akademi değil, Ekol olarak da eğitime çok önem veren bir firmayız aslında. Ekol Akademi’miz gerek şirket içi eğitimler, gerek branş eğitimleri olsun; genel eğitimlerden oluşuyor. Dediğim gibi, bunlara çok önem veriyoruz. Bunun için şirketimizde önemli bir yeri olan bir yapılanma var. İki dönemde satış bölümü üzerinde mezun verdik. Bunun da gururunu yaşıyoruz. Eğitim demişken bahsetmek istediğim bir konu var. Pendik Kurtköy tarafında, Harmandere Endüstri Meslek Lisesi’nin lojistik bölümü sponsoruyuz. Bazı arkadaşlarımız zamanının tamamını o öğrencilerle geçiriyor. O öğrencilerin zaman zaman muhtelif yerlere seyahatlerini, Ekol tesislerine olan seyahatlerini; toplantılarımıza, konferanslarımıza katılımlarını sağlıyorlar. Geçen sene ilk mezunlarımızı verdik. Ben şunu çok önemsiyorum arkadaşlar. Sektörle ilgisi olsun ya da olmasın her Türk vatandaşının gerçekten Ekol tesislerini görmesini çok istiyorum. Bu ülkede bunlar yapılabiliyormuş demeliler. İnsanların görüş ve ufkunun açılması açısından. Bizim en azılı rakibimiz kimse ona dahi kapılarımız sonuna kadar açıktır. Eğer görüp, kendini geliştirip, üstüne koyacaksa ne mutlu bize. Rekabet kritiği getirir. Bu ülkede rakiplere de kritiğe de ihtiyaç var.

Bu şekilde olmanız çok iyi. Böylesine rekabet içerisinde olan bir ortamda öncü oluyorsunuz, umut oluyorsunuz.

Tabii biz de kaliteli rekabetin olması gerektiğini savunuyoruz. Yaratmış olduğumuz farkındalıktan ya da yapmış olduğumuz yatırımlar ile öne çıkabiliyorsak zaten var olabiliyoruz. Diğer türlü ben bugün farklı bir metotla rakibimi alt ederim ama yarın bir başkası da beni alt eder. Uzun soluklu olmaz. Sürdürülebilir olmak için çok çalışmak, teknolojiye ve insana yatırım yapmak gerekiyor. Maalesef üzücü ama bazen sektörümüzde bu tür yatırımları atıl yatırım gibi görüp, sadece aracım gitsin, tekerim dönsün deyip ondan sonra rekabette geride kalınca diğer oyunculara farklı gözle bakarak sizlerin yüzünden böyle oluyor gibi serzenişleri duymak içimi acıtıyor. Dün yaptığın şey doğru olabilir ama değişime, gelişime ayak uyduramıyorsan bugün yarar sağlayamıyor olabilir. Değişime ayak uyduramıyorsa zaten o değişimin içerisinde yok olup gitmeye mahkûmsundur. Onun için sürekli değişim ve gelişimi yönetebilecek, ona hazır olabilecek; hatta onun önünde gidebilecek yapılara ihtiyaç var. İşte Ar-Ge’miz ve diğer bölümlerimiz bunun için var. Zira müşterinin ihtiyacını müşteriden önce tespit edersen ancak var olursun. Tespit edip de ona sunarsan ve paylaşırsan o zaman sürdürülebilir olursun. Biz rakibimize karşı da paylaşımcıyız, tedarikçilerimize de, hizmet verdiğimiz müşterilerimize de. Bütün kapılarımız şeffaf, bütün oranlarımız, vergilerimiz, yatırımlarımız, bilgilerimiz, her şey objektif biçimde sergileniyor. Bunda da bir risk görmüyoruz.

Tesislerinizin hepsi çiçek isminden oluşmakta bunun özel bir sebebi var mı? Bize yeşil lojistiği çağrıştırıyor.

Aslında evet çiçek isimleri yeşil lojistiği çağrıştırıyor. Ama şöyle bir tarafı da var tabii: aynı kampüs içerisinde birden fazla tesisimiz olduğundan, ‘Ekol-1’, ‘Ekol-2’ demek yerine bu şekilde isimlendirdik. Bunun da yine fikir babası Ahmet Bey’dir. Gemilerimizin hepsi bayan ismine sahiptir ve Anadolu motifleri hâkimdir. Hatice, Pakize, Kezban bunlar Türk tarihine baktığınız zaman hep kullanılan isimlerdir. Onları anımsatmak istedik. Toplantı odalarımızın her birinin ismi de İstanbul’un eski semtlerinin ismidir.

Lojistik okuyan öğrencilere tavsiyeleriniz nelerdir?

Bunu her fırsatta dile getiririm. Lojistik tanımı çok net olarak şudur: Lojistik eşittir yaşam. Bir insanoğlu nefesini almaya başladığı andan son kez verene dek her süreç bir lojistik sürecidir. Nefes alma verme işlemi bile bir lojistiktir. Giyimimiz, kuşamımız, gitmemiz, gelmemiz, almamız, vermemiz her şey. Dolayısıyla lojistik, insanoğlu var olduğu müddetçe hep olacak bir şeydir. Akademik kısmının dışında pratik kısmını da iyi analiz edip, gözlemleyip, araştırıp, kendimizi geliştirmemiz gerekiyor. İki şey: yabancı dil ve teknoloji. Bilgisayar sadece klavye hareketi, parmak marifeti değildir; analitik tarafı, analiz tarafı da vardır. Eğer bir şeyi ölçemiyorsak yönetemeyiz. Sevgili kardeşlerim, arkadaşlarım, hayatın büyüsüne kapılmayın. Bu yönlerle ilgili, gelecekle ilgili kariyer hedefleri olan varsa, bu ikisini bir şekilde elde etmeli ve bir de katiyen yılmamaları gerekir. Bakın bu çok önemli. Mücadele edin. Bir değişime açık değiliz bir de değişime karşı dirençliyiz. Benim 30 seneye yaklaşıyor aşağı yukarı bu sektörde. İkinci firmam arkadaşlar. Hayat bir mücadele, bununla nasıl baş edebileceğinizi bilip o sabrı kendinizde görürseniz, başarıyı elde edersiniz. Bazen bazı arkadaşlar geliyor yaşına bakıyorum iş hayatına bakıyorum CV’si dolu. Zaten bakınca istikrar olmadığını görüyorsunuz, yok diyorsunuz. İstediği kadar akademik seviyede olsun, istediği kadar da dolu olsun. Yarın beni de yarı yolda bırakacak. İstikrar çok önemli. Bunları yaparsanız eminim ki bu gelişen dünyada ve sektörde gerek yerel gerek küresel, mutlaka yer bulursunuz.

İstanbul Üniversitesi Lojistik Kulübü olarak bizden bir beklentiniz var mı?

Orası bizim ilk göz ağrımız, dolayısıyla sektör olarak elimiz üzerinizde. Açılışlarda, kapanışlarda, mezuniyetlerde hep gideriz, geliriz. Tecrübelerimizi, birikimlerimizi de anlatmaya çalışırız. Şu an fakülte olmasını çok önemsiyoruz. Belirli platformlarda zaman geçirip diploma alarak hayatın anahtarını elime aldım demek tamamen yanlış olur. Bir şeye karar vermek lazım hayatta. Lokomotif mi olmak istiyoruz, vagon mu olmak istiyoruz? İşte önümüzde blok trenimizin resmi. Bakın en başta lokomotif var. O lokomotif olmazsa arkadaki vagonlar hiçbir anlam ifade etmiyor. Şimdi karar vermek lazım ben vagon mu olayım, birileri beni çeksin; çekmezse olduğum yerde kalayım. Ya da lokomotif mi olacağım? Lokomotif olmak, birilerini çekmek istiyorsak çalışmamız gerekiyor.